Bir Başkadır Dizisinin Psikolojik Yorumu
Hepimiz kabul edelim ki bu dizi siyasi bir noktaya dayanıyor. Ben siyasetçi değilim dolayısıyla amacım sadece Klinik Psikolog gözüyle diziyi yorumlamak.
Meryem karakteri aslında günlük hayatta her anımızda olan teyzemiz, ablamız, kız kardeşimiz, halamız gibi karakterlere benzetebileceğimiz oldukça içimizden bir karakter. Ya da her zaman evimizde olan evdeki ev işlerini yapan yardımcı ablalarımız, evimizden biri. Ve her evimizde olan kadınlar gibi anneliği, kadınlığı simgeleyen bir yanı var. İçten, nasıl da masumane bağlar kuran, evindeki işleri en sevdiği şekilde içten yapan, hayattan keyif alan, hatta hediye olarak emek verilen bir hediyeyi yapıp götüren metropolde özlediğimiz sıcacık ilişkiler kurabilen bir kadın. Aynı zamanda, terapi desteği aldıkça hoşlanmadığı konuları rahat rahat söyleyebilen biri haline de geliyor. Günlük hayatta bayılmaları nedeniyle de psikiyatriste başvuruyor. (Üzerine durmak isterim, psikoterapiste, psikoloğa, psikolojik danışmana başvurmuyor- kendisi psikiyatriste yani doktora başvuruyor) Zira bu durum dizi boyunca karışıyor. Doktorundan bahsederken bazen psikolog olarak bahsediyor doktorundan , bazen psikolojik danışman ama aslında başvurduğu kişi psikolog değil, psikiyatrist.
Bayılma sahnesiyle açılıyor dizi ve de bayılma sahnesiyle bitiyor. 8. Bölüm Psikiyatristin ‘ Su nasıl taşın üstünde bir çatlak bulur, işte duygularımız da hayatın üzerinde yerini bulur’ diyor. Devamında ‘ hayatımızın belirli dönemlerinde duygusal bakımdan tıkandığımızı hissedebiliriz. Hislerimizi nasıl ifade edebileceğimizi bilemeyebiliriz, tüm bu nedenlerle duyguları bastırırız. Sanki duygularımız kafese tıkanmıştır, kaçmak isterler ve içimizde bir huzursuzluk oluşur. Bu durum sadece çevremizdekilerle olan ilişkimizi bozmaz, aynı zamanda sağlığımızı da bozar’ diyor. Yani bayılmalarının nedenini duygularını tam olarak dokunmadığından bahsediyor. Ya da zor duygular yoğun şekilde geldiğinde bunlarla başa çıkamadığını ve kendisini kapattığından bahsediyor. Ego gücünün zayıflığını, başa çıkma düzeneklerinin yeteri kadar sağlıklı işlemediğinden de bahsediyor.
Burada kendi sorunlarıyla başa çıkamayan bir psikiyatriste denk geliyor Meryem. Yani doktor ‘kontrtransferans’ yaşıyor. Ki bu dizide de anlatılıyor. Ve öyle kıymetli bir şey yapıyor ki bunu süpervizörü ya da kendi psikiyatristi ile konuşuyor. Aslında dizide burası da karışık, bizim her hafta kendimizi-sorunlarımızı-sıkıntılarımızı konuştuğumuz bir terapistimiz oluyor aynı zamanda tıkandığını düşündüğümüz seanslarımızı danıştığımız bir süpervizörümüz de. Yani 2 ayrı kişi burada 1 kişi olarak verilmiş. Maalesef bu süpervizör ya da terapist artık hangi sıfatla orada oturuyorsa (bana bu karakter biraz kızgınlık yarattı) süreci iyi yönetmek yerine o da kendi hayati sorunları ile uğraşırken öğrencisine (yani Meryem’in doktoruna) yararlı olamıyor, hatta zarar veriyor. Her şeyden önce ruh sağlığı çalışanının ilk kuralı ‘önce zarar verme’ ilkesidir ve burada ihlal ediliyor.
Öte yandan, süpervizörümüzle danışanı konuşurken asla onun hakkında ‘kızcağız, çokta akıllı’ gibi kelimeler kullanmıyoruz. X bey ve y hanım olarak hala danışan gizlilik ilkesi ve mahremiyetini açmıyoruz, sadece daha nasıl faydalı olabiliriz diye hangi sorular ona iyi gelir diye soruyor, sorguluyor oluyoruz.
Her karakter ayrı ayrı analiz edilmeyi hak ediyor. Örneğin, yengenin depresyonu ve Meryem’in abisinin öfkesi nasıl da beraber, aynı, çift terapisinde gördüğümüz şeylerden. Yani yaşanan kötü anılar kadında depresif, uzaklara dalma, ev düzeni ile ilgilenmeme gibi konularda olurken erkeklerde öfke, eve daha çok hakim olmak isteme, baskınlık gibi konulara geliyor. Depresyon kadında sessizlik olabilirken erkek de daha çok öfkeyle çıkabiliyor. Ve yenge bir gün tecavüzcüsüyle yüzleşiyor (travma beyninde işleniyor) hesaplaşmadan sonra yenge karakterinin depresyonunda iyileşme görülüyor, ev işlerine devam ediyor, çocuğuyla bağı güçleniyor, çocuğu konuşmaya başlıyor ve eşinin öfkeleri geçiyor. Kendisi iyileştikçe çevresindekileri de iyileştirmeye devam ediyor. Bu yüzden, biz ister kadının evdeki gücünü eleştirelim, evin yükü kadında olmasın diyelim. Evin annesinin konumunu eleştirdikçe bir yere gelemediğimizi yine gösteriyor bu sahne. Yine anlıyoruz ki; evin annesine yardım etmek istiyorsak senin yanındayım, seni anlıyorum, iyi ki bizlesin gibi laflarla ancak destek olabiliyoruz ve de gerçekten çocuk bakımında, evin işlerine destek olara.. O zaman aile sağlıklı hala gelebiliyor.
Gecelik ilişkiler yaşayan, yanında sadece kadın olsun diye birileriyle beraber olan Meryem’in hafif flört ettiğini düşündüğü adamı anlatmak bile istemedim. Bu da benim ‘kontrtransferans’ım olsun. Bu karakterin çocuğu yok, ama olsaydı çocuğunu ihmal eden, bakıma muhtaç annesine bakım veremeyen, kendi hayatının kontrolünü ya da kendi hayatıyla ilgili sorumluluğunu üzerine alamayan kişiler de bende öfke uyandırıyor. Tabi ki bu da benim hayatımdaki arka bahçeme dokunan bir kısım. İhmalkar anne-babalar, ihmalkar eşler, ilişkisine sahip çıkamayan erkekler, yanındaki elemanını bir türlü benimseyememiş patronlar her zaman dokunur bana da. Çünkü biz psikologlar da oldukça zor yaşam hikayeleri yaşayıp şimdiye gelmişizdir. Hatta Freud bu yüzden de ruh sağlığı çalışanlarına ‘yaralı şifacı’ der. Kendi yarası olmasıydı bu mesleği yapmazdı gibi… Bu da benim terapistimle konuştuğum ve de meslek hayatımın ilk yıllarına göre şu an üstesinden daha iyi gelebildiğim bir konu.
Süpervizörün ablası Gülan’ dan bahsetmeden edemeyeceğim; ‘doktor hanım, insan profesörleri, her şeyi bilir, siyah dersin beyaz der, elma de armut der’ diye gidiyor replik… Evet kabulümüzdür, her insan psikolojiyi sevecek, psikiyatriyi destekleyecek diyemeyiz. Özellikle doktor kesimi oldukça ön yargılıdır psikologlara… Herkes acısına dokunmak istemez ya, bazıları da sevmeyebilir psikoloğu, psikiyatriyi, yaralarını, konuşmayı, acısını… Tıpkı Gülan gibi..
Çok sevdim diziyi, bütün işimin gücümün arasında kaçamak kaçamak izledim. Şimdi Meryem’e ne olacak merağıyla izledim. Çünkü Meryem hepimizden biri Duygularıyla…