Fatma Dizisinin Psikolojik Yorumu

Fatma Dizisinin Psikolojik Yorumu

Çocukluk anavatanımızdır. Filmde Yazar’da Fatma’nın ablasına çocukluğundan kaçsan da peşinden geldiğini söyler. Tecavüze uğrayan abla kardeş (burada film çok açık değil, belki kardeşlerden biri tecavüze uğrarken diğeri izliyor) bu olayın üzerini kapatıp bir daha bu konuyu açmamak üzere yaşıyorlar. İşte üzeri kapanan, görmemezlikten gelinen sorunlar, yaşananlar, travmalar, psikopatoloji olarak çıkıyor karşımıza. Yani sağlıklı yetişkin halimiz, bu yaşananı bir terapide işleseydi, utançlarını, öfkeleri, kırgınlıkları, korunmadığı istismar edildiği anı böylesi bir seri katil çıkmayabilirdi ortaya…

Kadın için çocuğu deyince dünya bir yana çocuğu bir yana oluyor. Bunu filmlerde, yaşamda da görüyoruz. Kadınlar için bu çizginin çoğu zaman farkında olmak gerektiğini düşünüyorum. Yani hep çocuğum demek, aşırı fedakâr anneler çocukları da yoruyor, babaları da usandırıyor. Fatma fazlaca fedakârlık yapmıyor aslında, olması gerektiğini yapıyor. Yani, çocuğunun farklılıklarının farkında onu koruyor kolluyor, ama bir anlık dalgınlık çocuğun elinden kaçıp gitmesini sağlıyor.

Bu sahneyi görünce, daha önce kongrelerde duyduğum bir vaka geldi aklıma. 99 depreminde bir apartmanın sol tarafı yıkılıyor ama sağ tarafı sapasağlam ayakta kalıyor. Bir anne sağ tarafta kendi yatağında yatarken bebeği sol tarafta beşiğinde yatıyor. Ve gece şiddetli depremde bebek yıkımla beraber vefat ediyor. Annenin başvuru nedeni benim suçumdan bebeğim öldü, çünkü onu apartmanın sağında yatırmadım. Kim bilebilirdi deprem olacak ve apartman yıkılacak? Ama buradaki irrasyonel düşünce ‘suçluyum’ mantık dışı. Bu yüzden de aslında depresyon, kayıt sonrası patolojik yas. Burada da Fatma’nın patolojik durumundan kaynaklı bunu kendisinin suçu olduğunu düşünüyor ama elindeki çocuk, tehlikeleri bilemiyor, sadece markette gördüğü oyuncağa koşmak istiyor… ve burada sadece bir anlık dalgınlık bile demek az geliyor aslında… Eşi yok, telefonlar çalıyor… Sağlıklı kalabilmek her insan oğlu için çok zor. Yakınının öldüğünü bilmek en azından belirli ama sevdiğinin nerede olduğunu bilmemek belirsiz ve can acıtıcı birçok zor duyguyu beraberinde getiriyor. Cumartesi anneleri, savaş sonrası kayıp insanları bulamamak, eşinden haber alamamak…

Arada küçük sübliminal mesajlar vardı. Kürtçe konuşanlar avukat ve müvekkilleri çocuk katillerine gerekeni yaptılar… Daha fazla yazım siyasete girer bunu burada bırakıyorum.

Çocukken tacize veya tecavüze uğrayan çocukların büyüdükleri zamanda kendilerini korumayı bilemedikleri sonrasında tecavüze devam ettiğini biliyoruz… Fatma kendini korumayı öğrenmiş olsa da taciz girişimlerine yine de maruz kalıyordu. Bu işin önüne geçebilmemiz için kadın ve erkeklere ilişki nedir konusunu ders vererek öğretmek gerekiyor. Mahalle mahalle gezerek açık havada erkek kadın karışık derslerde evdeki kadının sorumlulukları, çocukları nasıl koruyacağı, babanın ailesini nasıl koruyacağı, nereye kadar sınırları olduğu… Bunları onları rahatsız etmeden yapmak gerekiyor. Yoksa bu hikayelerden öyle çok ki…

Fatma’nın dikkat çekmediği, görülmüyor olması üzerinde çok durulmuş. Bana kalırsa görülmeme erkeklerin daha fazla bulunduğu sahnelerde görülmüyor.. Yoksa çalıştığı evde Fatma, ev sahibi ve çocuk birbirlerini en çok gören kişiler oluyor. hatta küçük çocuk Fatma ya derdini paylaşıyor. Hatta beraber görülüp görülmeme, saklanıp saklanmama oyunu oynuyor.. Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelir dizelerini çağrıştırdı bana..

Fatma insanları öldürürken öfkeli, sinirli yüz ifadesi cinayet bittiğinde yerini kunt, donuk bir yapıya bırakıyor. Git gide artan psikopatolojisini kimse anlamayan en yakın kardeşi ona destek olmak yardım almasını sağlamak varken, onu görmezden geliyor ve desteksiz, kaynaksız insan ölümü seçiyor… Ölüm bir tercihtir ama arkada bırakanları düşünmeye, onun için yaptıklarını sorgulamaya zorla iter…